Dünyadaki neredeyse her kıtaya adım atmış biri olarak (kutuplar ve Avustralya dışında) kendi ülkemde, Ankara’nın doğusuna, 1-2 şehir hariç gitmemiş olmak gerçekten utanç vericiydi. Kaldı ki gastronominin merkezi sayılabilecek, hem tarih hem muhteşem yemekler kokan şehirler bunlar.. Uzun süredir düşündüğümüz bu hafta sonu kaçamaklarına nihayet Gaziantep ile başlayalım dedik ve www.flypgs.com daki güzel kampanyalardan birinden Cuma akşam gidip Pazar dönmek üzere biletlerimizi aldık. Hatta eşim biletleri aldığında söylenip durdum ‘24 saatliğine mi gidiyoruz, bari Cuma sabah gideydik vs vs vs …’ ama öyle bir haftasonuna denk geldi ki, değil 24 saat az daha o uçağa binemiyorduk! Oğlumuz alerjisi azdığından ve ilaç kullanmasına rağmen bronşit olup 3 gün rapor aldı, tam onu hastaneye götürüp getirirken ben bir tuhaf oldum, bir baktılar mide gribi denen illetten olmuşum gene, acilde bir yatakta oğlum hava alırken diğer yatakta ben serum alıyordum, sonra eve geldik akşamına oğlumuz bu sefer kötü oldu götürdük aynı şeyler, bir serum da ona ve ertesi gün uçak var! Uçağın olduğu sabah bile hastaneye gittik ve doktorumuz gitmemize engel olmadığını, ishal ve halsizliğin normal olduğunu söylediği için öğlen valiz hazırlığı yapıp akşamüzeri uçak için yola çıktık. Hasta bir çocukla yola çıkmanın en kötü tarafı, çocuğunuzun o geziden normalde son derece zevk alacağını bilmenize rağmen halsizlikten başını kaldırıp da yemeklere ve çevreye doğru dürüst bakamaması…ve tabi ki yanınızda taşıdığınız 1 torba dolusu ilaç…
Gaziantep hakkında bir sürü blogda çok güzel bilgiler bulabilirsiniz; keşke daha çok vaktimiz ve gücümüz olsaydı da hem Gaziantep’i hem de çevresini daha çok gezebilseydik. Bizimki merkezi gezmek ve yiyebildiğimiz kadar elimizdeki muhteşem listelerdeki mekanlara gitmekle geçti…
Gaziantep’te kalabileceğiniz pek çok seçenek var, ben açıkçası eski şehirde, eski bir konak seçtim; modern bir otel yerine tarihi olan, otantik bir yer daha ilginç geliyor bize. Üstelik gezmek istediğimiz her yerin ortasındaydı konağımız. Otelimizi www.booking.com dan seçtim (ya evet, o zaman açıktı, hangi akla kim kapattı, kimlere yaradı bu olay bilmiyorum ama bu konu o kadar saçma ki sadece çok güzel dileklerimi iletip duruyorum) . Booking.com dan beğendiğim otelleri 4 e indirdim ve hepsini tek tek aradım, ortalama ücretleri aynıydı hepsinin ve ben en çok içime sinen Anadolu Evleri’ne yaptım rezervasyonumuzu. Gittiğimde gördüm ki diğer beğendiklerim de birbirlerine çok yakın, hepsi 3-5 dakikalık mesafelerde.
Anadolu Evleri çok güzel, eski bir ev, büyükçe bir avlusu var, sabah kahvaltılarımızı orada alıyorduk. Odalar geniş ve her bir oda, sahiplerinin yıllar içinde topladığı yüzlerce antika eşyadan seçkiler ile donatılmış; her bir odada farklı objeler var. Bir de bizim seyrettiğimiz bir dizi değil ama TV de yayınlanan dizilerden biri orada çekilmiş. Yeri de mükemmel -gerçi biz akşam vakti yorgunluktan biraz dolandık- hemen İmam Çağdaş ‘ın yanındaki sokak.
Sabiha Gökçen Havalimani’ndan inanmazsınız zamanında bir kalkışla Gaziantep’e yolculuğumuz başladı ve yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra oradaydık. Uçaktan merdivenle inip, direk çıkışa yürüdüğünüz havalimanlarını seviyorum sanıyorum, burası da öyleydi. Uçaktan indikten sonra şehir merkezi için ister taksi tutabilirsiniz ister araba kiralayabilirsiniz (ki bizim durumumuzda gereksizdi) isterseniz de bizim gibi Havaş otobüsleri ile 8 TL gibi çok uygun bir ücrete şehir merkezine gidebilirsiniz. Taksi yaklaşık 50-60 TL tutuyor; dönüş yolunda Havaş otobüsüne binebileceğimiz yer uzak olduğundan taksi tercih ettik. Gaziantep Oğuzeli Havalimanı’ndaki ulaşım seçeneklerini bu linkten inceleyebilirsiniz.
Havalimanından şehir merkezine gelen kadar en çok ilgimi kuşlar çekti.. Kuşlar, güvercinler yani, sanki hepsi evcilleştirilen ve günün belli saatlerinde salınan güvercinler gibi toplu ve kanatlarını garip bir şekilde çırparak uçuyorlardı; orada kaldığımız sürede kuşların bu uçuşları hep ilgimi çekti.
Gitmeden önce en çok duyduğumuz söz ‘Turistler İmam Çağdaş’da, yerliler Halil Usta’da yer’ idi… İlk gece, üstelik hasta bir çocukla tabi ki en yakınımızda olan -otelden 25-30 adım- İmam Çağdaş’ı tercih ettik; evet, dedikleri gibi turist doluydu hatta otobüslerle falan .. Bizimle ilgilenen garson son derece kibar ve bilgili idi ve İstanbul’dan geldiğimizi söyleyip (bu önemli çünkü normal porsiyonlar büyük ve her şeyden tatmak isteyenlere fazla gelebiliyor) azar azar istediğimiz için bize karışık bir şeyler getirdi ve biz yediğimiz her şeyden zevk aldık. Halil Usta’ya da İmam Çağdaş’a da, Çulcuoğlu’na da gitmiş birileri olarak bizce yukarıdaki sözü söyleyenler biraz hakkını yemişler; hepsi lezzetliydi ve evet şunu kabul edelim, diğerleri çok daha yerel yerlerdi ama dekorasyon, fiyat, mekan yeri vs gibi şeyler de ona göreydi. Biz hepsini sevdik, zevk aldık. İmam Çağdaş’a haksızlık yapıldığını düşünüyoruz.
İmam Çağdaş’daki soframız şöyle bir şeydi:
Klasik olarak sabah erken uyanan ben, baktım yapacak bir şey yok, gidip sokakları gezeyim dedim ve baktım ki Gaziantep esnafı da erken açıyor, peynirciler özellikle.. Sabah saatlerinde eski şehrin sokakları şöyleydi:
‘En güzel beyran Metanet‘te içilir’ dedikleri için sabah yürüyüşüm sırasında Metanet’i bulunca bir süre acaba girip içsem mi içmesem mi karar veremedim ama porsiyonlar çok büyük geldi bana ve yarım porsiyon da vermiyorlardı. Sabahın o saati olmasına rağmen gelen giden çok fazlaydı, denildiği gibi sanırım Antepliler işe gitmeden önce kahvaltı yerine Beyran içiyorlar. Sağolsunlar, oturmasam da hazırlanışını çekmeme izin verdiler hatta kendileri teklif etti. Şöyle muhteşem ve ağız sulandırıcı bir hazırlık süreci var:
Kısa sabah yürüyüşünden sonra otele döndüğümde bizimkiler uyanmıştı ve oteldeki standart kahvaltı yerine Beyran içmeye Metanet‘e gitmeye karar verdik (zaman kısıtlı olunca her an değerli). Zaten otele yürüyerek 10 dakika bile değildi. Biz 3 kişi olarak tek porsiyon aldık ve o bizim nefsimizi kırdı, yeterli geldi. Sonra da hemen karşı dükkandaki Metanet Katmer Salonu ‘nda bir tane de katmer yedik çay ile birlikte… Okuduğumuz yorumlarda çok güzel şeyler yazıyordu katmer hakkında ve gerçekten de mükemmeldi. Mutlaka siz de denemelisiniz.
Hep yemek üzerine kurulu bir gezi gibi dursa da (biraz öyle gibi oldu gerçi) vaktimiz yettiği kadar görülebilecek yerleri de gezdik. Bunlardan en önemlisi tabi ki Zeugma Mozaik Müzesi idi… Biz sabah 10-10.30 gibi gittik; İmam Çağdaş’ın önünden taksiye bindik yaklaşık 10-12 TL tuttu; mesafe yakın 2 km falan ama yürümek için çok uygun bir parkur değil. Biz müzenin boş bir vaktine denk gelmişiz sanırım rahat rahat gezebildik ama şunu içim acıyarak ve yurtdışında çok fazla müze görmüş biri olarak söyleyebilirim ki, Zeugma Mozaik Müzesi Avrupa’da olsaydı hangi gün olursa olsun, o kapının önünde upuzun bir kuyruk olurdu ve hatta bazen biletleri online almazsanız girememe ihtimali bile olabilirdi. Türkiye’de gördüğümüz müzeler içinde de gerçekten açık ara çok iyi bir müze idi; emeği geçen herkese çok teşekkür etmek gerekir.
Zeugma Mozaik Müzesi’nde en önemli eser, bildiğiniz gibi Çingene Kızı. Gitmeden okuduğum bir blogda, büyük bir mozaik beklerken küçük bir eserle karşılaşınca hayal kırıklığı yaşadığını okumuştum yazan kişinin ve belki de onun etkisiyle, ayrı tutulduğu odada (simsiyah bir oda ve duvarda sadece Çingene Kızı var) bu eseri görünce ben de ‘bu mu?’ dedim ama sonuçta ben bir sanat profesörü değilim, beklentiler büyük oluyor bu durumda sanırım. Bir de Müzede gerçekten o kadar muhteşem şeyler var ki neden Çingene Kızı çok daha özel diye düşünebiliyor insan. Resme hangi açıdan bakarsanız bakın, Çingene Kızı sizi gözleriyle takip ediyor, mutlaka bunu deneyimleyin.
Zeugma Mozaik Müzesi’ne kadar gidince oradan yürüyüşle 10 dakikada varabileceğiniz Kebapçı Halil Usta ya mutlaka gidin. Sokak arasında nasıl böyle bir lezzet olabilir diyeceksiniz. Biz saat 11.30 gibi gittiğimiz için mekan daha boştu ama bir daha o tarafa gelecek vaktimiz olmadığı için gene ortaya karışık bir şeyler söyledik. Burada siz istemeseniz de önce önünüze bir tabak salata geliyor, onu yerken bile doyuyor insan:) Duvarlarda oraya gelen ünlü insanların yüzlerce resimleri asılı ve Halil Usta da işinin başında, kasada duruyordu. Resimlerden tanıdığım için bizi kırmadı ve Can ile resim çekildi.
Bunlar da Halil Usta’da -tok olduğumuz için- yiyebildiğimiz muhteşem şeyler:
‘Original’ Kebapçı Halil Usta’dan görüntüler:
Bu arada Halil Usta’nın Gaziantep’in başka yerlerinde de şubeleri varmış ama efsanenin başlangıcında bulunmak daha farklı:)
Halil Usta’dan sonra gene müzeye doğru yürüyüp oradan taksi ile Bey Mahallesi‘ne gittik. Burası eski Antep evlerini görebileceğiniz bir mahalle ve üç küçük müze var : Oyuncak Müzesi, Hasan Süzer Etnografya Müzesi ve Gaziantep Atatürk Anı Müzesi. Bu küçük müzelere giriş 1-2 TL gibi çok cüzzi bir miktar ve kesinlikle emek verilerek hazırlanmış güzel yerler; özellikle Atatürk Anı Müzesi mutlaka listenizde olmalı.
Gaziantep Oyun ve Oyuncak Müzesi:
Gaziantep Atatürk Anı Müzesi:
Bey Mahallesi’nin dar sokaklarında gezmeyi ihmal etmeyin, sadece evler değil, cafeler de var..
Bey Mahallesi’ni geze geze Kendirli Kültür Merkezi‘ ne inebilir ve Gaziantep Kahramanları hakkındaki 3 boyutlu gösteriyi izleyebilirsiniz. 20-25 dakika süren ve gün içinde çeşitli seansları olan gösteriye denk gelirseniz güzel olur. Özellikle Atamızın Gaziantep Halkına yaptığı ‘balkon konuşması’ kaç sene geçse bile sizi etkileyecektir.
Kendirli Kültür Merkezi aslen, 1860 lı yıllarda yapımına başlanmış bir kiliseymiş ve Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız Askerleri’nin açmış olduğu kurşun izleri hala dış yüzeyini kaplıyor. İnsan binanın tüm dış yüzeyini (en tepeden en arka bölümüne kadar) kaplayan bu izleri görünce, o sırada içeri sığınan ya da şehri savunan o kahraman insanların neler düşündüğünü merak ediyor…
Kendirli Kültür Merkezi’nden sonraki durağımız 5-10 dakikalık yürüyüşle ‘yemezseniz üzülürsünüz’ denen Baklavacı Zeki İnal oldu. Açıkçası bu kadar küçük ve sade bir dükkan beklemiyordum, 3-5 küçük masa ve tepsilerce baklava-şöbiyet… Biz gene ortaya 1 porsiyon aldık ve gerçekten inanılmaz bir lezzet patlaması yaşadık -ki ben normalde özellikle fıstıklı-şerbetli tatlıları sevmem, Gaziantep beni bile değiştirdi- . Baklavacı Zeki İnal’ın pazar günleri kapalı olduğunu hatırlatalım da eve alacaksanız öyle planlama yapın.
Baklavacı Zeki İnal’dan sonraki durağımız biraz ilerideki Bayazhan Gaziantep Kent Müzesi oldu. Müzekart’ın geçmediği bu müzede de giriş 1-2 TL kadar; eğer çok vaktiniz yoksa girmeseniz de olabilir ama biz o sırada yağmura yakalandığımız için o süreyi müzeyi gezerek değerlendirdik; çok büyük değil zaten, yarım saatte hızlıca gezebilirsiniz.
Kent Müzesinden sonra biz gene eski şehire döndük; Gaziantep’de alışveriş merkezi gezmek çok anlamlı gelmedi, İstanbul’da bıkmışız zaten.. Kalenin alt bölümüne taksiyle gelmemiz neredeyse 20-25 dakika sürdü çünkü sanırız Gaziantepliler cumartesi öğlenleri kendilerini trafiğe atıyorlar! O nasıl bir trafikti, inanılmaz!
Avrupa şehirlerinin olur da bizim şehirlerimizin #şehirismi resimlerimiz olamaz mı? Üstelik ile Gaziantep Belediyesi kadraja sığabilecek ve estetik durabilecek boyutlarda yapmış.
Kalenin etrafındaki dükkanlarda dilerseniz alışveriş de yapabilirsiniz. Biz Gaziantep Kalesini gezmedik; hasta bir çocukla yeterince yer gezdiğimizi düşünüp daha da yormak istemedik. Kale hakkındaki detaylı bilgiyi buradan bulabilirsiniz.
Kalenin çevresinde gezebileceğiniz küçük müzeler var; Emine Göğüş Mutfak Müzesi , Hamam Müzesi, Medusa Arkeolojik Cam Eserler Müzesi .. Müzeler hakkında detaylı bilgiler için isimlerin üzerine tık..tık… Biz sadece Hamam Müzesi’ni gezdik.
Otelimiz de kaleye çok yakın olduğu için kısa bir molaya otele döndük, hatta Cancan’ımız odada kaldı biz Bakırcılar Çarşısı ve Almacı Pazarı’nı gezip, bakır alışverişlerimizi yaptık.
Almacı Pazarı denilen yeri çok büyük olarak düşünmeyin; bizim Mısır Çarşısındaki 5-10 baharatçı kadar bir yer ama biz de geleneği bozmadık ve biraz fıstık, biraz kırmızı biber ve salça aldık tabi ki…
Çok yoğun ve yorucu geçen gün bizi erken acıktırdığı için (!) yerli halkın önerdiği ve ‘biz İmam Çağdaş’a gitmeyiz ya Halil Usta’ya ya da Çulcuoğlu’na gideriz’ dedikleri Çulcuoğlu‘na gittik. Burada bir parantez açalım; iki adet Çulcuoğlu var, daha modern-süslü olan yer, sahibinin oğlunun açtığı yermiş; biz oraya gitmedik, aynen Halil Usta’da olduğu gibi efsanelerin başladığı yere gittik:) Bulması biraz zor olsa da, sokak aralarında tırssanız da gittiğinize değecektir (tabi ki biz yanlış sokaklardan geçmiş olabiliriz); Almacı Pazarından aşağı doğru yürüdüğünüzde yaklaşık 10 dakika sonra varıyorsunuz. İşte gerçek Gazianteplileri görebileceğiniz, neredeyse bir fabrika gibi işleyen ve masanızı nakış gibi donatan bir işletme! Yemeklerin lezzetlerini söylemeye gerek yok sanırım.. Siz hiç bir şey söylemeden hemen çorba geliyor, masaya 1-2 parça meze-salata geliyor ve sonra tabağınıza ufak ufak atıştırmalıklar geliyor, ana yemeğe gelene kadar doyuyorsunuz neredeyse, aç gitmekde fayda var.. Mekanın ortasında bir sahte bir ağaç göreceksiniz, doğal bir sokak gibi yapılmış.. Biz erken saatte gittiğimizden aşırı kalabalık değildi, yer bulabildik. Bizce Gaziantep gezinizde bir öğünü buraya ayırmalısınız. O kadar çok şey yiyip sonra da o kadar az nasıl ödediğinize şaşırıp da ‘yanlışlık mı var?’ diye sormayın:) Oraya vardığımızda Cancanım artık iyice yorulup, halsizleştiği için masaya gelenlerin fotoğrafını çekmeyi atlamışım:)
Çulcuoğlu’ndan sonra güzel bir kahve içmek için durağımız Tahmis Kahvesi oldu. Mekanın açık bölümü de var ama kapalı yeri çok daha otantik. Ayrıntılı bilgiyi buradan bulabilirsiniz. Can’ın da uykusu geldiği ve çok yorulduğu için 2. kattaki sedirli bölümlerde yer bulmak muhteşem oldu. Bir parantez de burada açmak istiyorum: Bizim de çocuğumuz var ve biz de onu masalara, sandalyelere, sedirlere çıkartıyorduk/uz ama bir zahmet lütfen çocuklarınızın ayakkabılarını çıkartıverin! Küçük nasıl olsa deyip çıkartmıyorlar ve o çocuklar ayakkabılarındaki tüm pislikleri başkalarının oturacağı yerlere taşıyor ve anneler babalar bu konuda çok rahat! Hı, hı, anladınız siz, gene böyle bir gruba denk gelip çok kızdım saygısızlıklarına..
Gündüz Menengiç kahvesi içip damak zevkime uygun bulmadığım için bu sefer direk şekersiz Türk Kahvemizi istedik.. O sırada canlı müzik yapan yerel müzisyenler de geldi.. Gayet hoş bir süre geçirdik..
Gaziantep’de 24 saatte sadece bunları yapabildik...Artık bizim de pilimiz bittiğinden erkenden otelimizin rahat ortamına geri döndük.. Yani gençler, Gaziantep’in gece hayatı hakkında sizlere bilgi veremeyeceğim…
Güzel bir uykudan sonra sabah erken kalkıp otelimizin avlusunda hafif bir kahvaltı yapıp kendimizi sokaklara attık; yememiz gereken katmer ve almamız gereken tatlılar için sadece 1-2 saatimiz vardı:) . Otelimizle ilgili yapabileceğim tek kritik, kahvaltının çok sıradan olmasıydı; insan biraz yöresel şeyler bekliyor, market mahsulü şeyler değil ama bu dert edilecek bir şey mi? Bizce değil çünkü adımınızı attığınız andan itibaren sürekli bir şey yiyorsunuz:)
Otelden çıkınca ilk durağımız, Katmerci Zekeriya Usta… Sabahın o saati (9 civarı) olmasına rağmen sürekli artan bir kalabalık vardı; biz hemen dışardaki masalardan birine oturduk ve Zekeriya Usta ve oğlu/torunu (?) Mehmet Usta sabah o saatte işlerinin başındaydılar, Mehmet Usta hemen katmer yapılan alanda resim-video çekmemizi teklif etti ve nasıl muhteşem bir hazırlanışı olduğunu gözlerimizle gördük. Katmerci Zekeriya Usta ile ilgili bilgilere web sitesine tık tık yaparak ulaşabilirsiniz..
Zekeriya Usta’da ağzımızı tatlandırdıktan sonra İstanbul’a götürmek üzere tatlılarımızı almak için Elmacı Pazarı Güllüoğlu na gittik; sitesinde de iddia ettiklerine göre ‘Dünyanın en eski baklavacısı’.. Gaziantep’de 3, Ankara’da 2 şubeleri var ama sanal mağazalarından Türkiye’nin her yerine gönderim yapıyorlar. Sipariş için tık.. tık..
Eeeee, uçağa kalmış 2 saat falan, bir kahve içmeden yola çıkmayacağız herhalde? İstikamet, Tarihi Gümrük Han’daki Kahveci Seddar Bey … Sabahın erken saati olmasına rağmen Seddar Bey işinin başındaydı ve biz dahil 2 masada toplam 9-10 kişi olmasına rağmen her birimizle sohbet etti, kendisinden öğrendiğimiz kadarıyla kahveleri fincanda pişirmek için özel bir düzenek kurmuş çünkü fincanları tutabilmek zormuş ısınınca. Gene onun özel formülü ile kahvenin yarısı açık, yarısı koyu renk ve bize kahvelerimizi getirdiğinde her iki taraftan da tadım yapmamızı ve hangi taraf hoşumuza giderse o taraftan içmeye devam etmemizi önerdi. Mesela ben, koyu tarafın tadını daha çok beğenip oradan devam ettim, eşim ise tersi..
Pazar sabahı olması sebebiyle Tarihi Gümrük Hanı’ndaki dükkanlar kapalıydı biz de söyle bir gezdik ve kahvemizi içtikten sonra yolumuza koyulduk..’Yolcu yolunda gerek’ diyerek uçağımıza yetişmek için İmam Çağdaş’ın önünden taksiye bindik ve havaalanı yaklaşık 60 TL tuttu. Aklımızda gidemediğimiz pek çok lezzet durağı ve gezemediğimiz pek çok yer kalarak da olsa Gaziantep’i gördüğümüz için memnun bir şekilde uçağımıza binip, bulutların üzerinde süzülerek (!) İstanbul’umuza ulaştık…