Evet, evet, suyun biraz ilerisi:) Ne var yani, ‘suyun öte tarafı’ desek Yunanistan’ı kast etmiş oluyoruz da, ‘biraz ilerisi’ diyerek Dublin’i kast etmiş olamam mı? Aklımızda olan bir yer miydi? Dünyanın her köşesi gibi ‘evet’ ama öncelikli değildi, İngiltere kırsalları ve İskoçya daha öncelikli idi ama bir toplantı çıkınca ve de benim doğum günüme rast gelince bir kaç gün extra izin, benim masraflarım, anneanne ve dedenin özveri ile Can’a bakması ile bir İrlanda ziyareti doğdu.
Önce baştan söylemeli ki, İrlanda vizesi almak zor, hatta İngiltere’den bile daha zor:) Bir sürü evrak, onların İngilizce çevirileri, davet mektubu vs olmasına rağmen gayet uzun bir süreçti. Tabi ki İngiltere vizesi alıp, önce İngiltere’ye giriş yapıp (onun detaylarını iyi öğrenmelisiniz) sonra o İngiltere Vizesi ile İrlanda’ya giriş yapabilirsiniz ama biz direk İrlanda’ya başvurduk.
İrlanda uçağından inince, her AB ülkesinde olduğu gibi AB ülkelerinden gelenlerin neredeyse ellerini kollarını sallayarak geçtikleri ‘vize kontrol’ bölgelerine geldiğinizde bir kere daha ‘Neden???’ diye düşünüyorsunuz, ‘Neden biz de onlar gibi geçemiyoruz??’ … Son senelerde gördüğüm ‘en kıl’ vize kontrolü Dublin’deydi, bunu söylemeliyim. Sadece biz Türkler değil, AB dışındaki başka ülkelerden gelenler bile, bir sürü evrak (çoğu bizim de gittiğimiz toplantı için gelmiş) vermelerine rağmen o kadar uzun sürüyordu ki ya da ‘niye turist olarak geldin?’ gibi sorular? Hatta bazı kişileri 10-15 dk sorgulayıp sonra kenarda bekletiyorlardı. Tam ‘offf, bize de bir sürü soru soracaklar’ diye dertlenirken ben, AB vatandaşlarının olduğu kübiklerdeki ‘tatlı ve de güleryüzlü’ (vallahi abartmıyorum, o tarafa bakan görevliler bile daha güleryüzlü idi) ‘gel, gel’ yaptı; koşarak gittik:) Ve inanılmaz bir şekilde öbür kuyrukta yarım saatte 10-15 kişi geçebilmişken 2 dakika bile sürmeden bu taraftan ‘enjoy your visit’ nidaları ile yolculandık:) Korkutmuş olmayayım ama öyle işte…
Dublin ile ilgili bir kaç gezi bloğunda detaylı bilgi bulabilirsiniz; bence hepsi güzel, aynı şeyleri fazla tekrarlamaya gerek yok. Hatta ben olsam direk şuraya bakarım : www.hayatveseyahat.com .
Havaalanından şehir içine ulaşım için en çok tercih edilenler Airlink ve Aircoach otobüs hatları. Her ikisinin de hem Terminal 1 hem de Terminal 2 de durakları ve görevlileri var; otelinizin yerine göre en uygun olanına binebilirsiniz. Şehir içine yaklaşık 20 dakika sürüyor yolculuk; bizce kesinlikle taksi tutmaya gerek yok, gene de siz bilirsiniz. Otobüsler çok sık; 10 dakika falan aralıklı, o yüzden çok rahat. Gidiş-dönüş alırsanız biletinizi hem de indirim var; üstlerinde tarih ya da saat olmadığı için istediğiniz zaman kullanabilirsiniz.
Yaklaşık 20 dakikalık bir otobüs yolculuğundan sonra Christ Church Cathedral in tam karşısında yer alan otelimiz Jury’s Inn Dublin e ulaştık. Şunu tekrar belirteyim, Dublin pahalı bir şehir; Berlin ve Dublin otele en çok fark ödediğimiz iki şehir oldu son dönemde. Daha uygun oteller de bulabilirsiniz isterseniz ama otelimizin hem konumu hem de konforu çok iyiydi. Ertesi gün tek başıma keşiflerim sırasında yağmur ve soğuktan bitap düşünce bile yarım saatliğine otele gidip dinlenebildim.
Otele eşyaları atar atmaz hemen kendimizi sokaklara vurduk; ne de olsa zaman kısıtlı:) Otel, Temple Bar bölgesinde olduğu için pek çok turistik yer çok yakınımızdaydı. Bu arada Temple Bar diye çok ünlü bir bar olmasına rağmen, Dublin merkezi ortadan ikiye bölen Liffey Nehrinin güney bölümüne Temple Bar deniyor; pek çok bar, restoran, küçük müze bu bölgede.
İlk durağımız Dublin Kalesi …Gerekli bilgileri bu linkten bulabilirsiniz. Biz kaleye sadece dışarıdan baktık; içeri giriş rehberli tur 10 Euro, rehbersiz tur (bunda girebildiğiniz yer limitli idi) 7 Euro idi ve biz fazla bir şey yok diye girmedik; pişman mıyız? Hayır…
Kalenin olduğu avlunun arka bölümünde ücretsiz gezebileceğiniz Chester Beatty Kütüphanesi var; hiç değilse 15-20 dakikanızı ayırıp gezebilirsiniz. 2. katında İslam Bölümü ve Osmanlı Padişahlarından kalan eserler de var. Kütüphanenin en güzel noktalarından biri de terası.. Üşenmeyip çıkın ve terasdan Dublin Kalesi ve bahçelerinin fotoğraflarını çekin. (buradan çektiğim fotoğraf, instagramda @visitdublin hesabı tarafından paylaşılmış ve çok beğenilmişti)
Biz ilk gün National Museum of Ireland a ait 4 müzeden Archeology müzesini gezdik. İrlanda’da müzeler ücretsiz ama kilise ve katedraller ücretli. Arkeoloji müzesinde İrlanda’da bulunan arkeolojik eserler/kalıntılar yer alıyor; çok sessiz-sakin bir müze..
Bir diğer müze Natural History müzesi. Bu linkten de detaylı inceleyebileceğiniz gibi çok büyük bir müze değil ama özellikle çocukların çok ilgisini çekecektir. Biz bile ilgiyle inceledik hayvanları. Evet, çok daha büyük müzeleri gördük ama bu müze de gayet yeterli idi.
National Gallery of Ireland (İrlanda Ulusal Galerisi) gezilecek bir diğer müze ama o kadar ufak ki (restorasyon olduğu için çoğu bölüm kapalıydı) sadece 2 oda gezebiliyorsunuz ücretsiz olarak. Bir odada bir sanatçının kişisel sergisi vardı ben gittiğimde diğer odada ise az ama öz sanat eserleri vardı. Yukarıdaki linkten inceleyip öyle ziyarete gidebilirsiniz.
National Gallery nin tam karşı köşesinde Oscar Wilde‘ın çocukluğunu geçirdiği ev var; Number One Merrion Square. Evi gezemiyorsunuz, 2007 yılından bu yana American College Dublin sahiplenmiş ve sadece kendi öğrencileri ve akademik çalışmalar için kullanıyor. Dublin’deki 2. sabahımda Google Ofisten buraya yağmur ve keskin rüzgarda yürürken bunu biliyor muydum? Evet, biliyordum ama gene de görmek istedim.
Oscar Wilde’ın çocukluk evinin tam karşı köşesinde Merrion Square Parkı var; parkın hemen girişinde dilerseniz Oscar Wilde’ın büstünü görebilirsiniz. Güzel bir park olmasına rağmen yağmurda çok ıslandığım ve üşüdüğüm için iç bölümlerine doğru devam edemedim.
Dublin büyük bir şehir, mesafeler uzun gibi gözükse de ben bu yerlerin hepsini yürüyerek gezdim; Google’a giderken otobüse binmiştik ve sanki çok uzun mesafe gibi gelmişti ama dönüşte yürüdüm ve aslında çok da uzak olmadığını anladım; düşünün ki ofisin bulunduğu yer, turistik bölge değil, yürüyerek gitmek 25 dakika falan sürüyor:) Ah İstanbul, sen nasıl bir şehirsin ki sadece Kadıköy’de bile bir yerden bir yere 25 dakika yürüsek ancak diğer mahalleye ulaşırız:))
Müzeleri gezerken kendinizi şehrin en işlek caddelerinde salınırken bulabilirsiniz. Alışveriş ilginizi çeker mi bilmiyorum ama beni sadece hediyelik eşya satan dükkanlar ilgilendirdi. Grafton Street in eğlenceli ve renkli ortamında yürümeye devam ederseniz Dublin’in en bilindik parklarından biri olan St. Stephen’s Green e ulaşabilirsiniz. Ben öğleden önce geldim, hava serin ve yağış sonrası olmasına rağmen çok sakin, çok huzurlu bir yer olarak buldum burayı ve daha güzel bir havada, sandviçlerimiz yanımızda çimlerin üzerinde çok daha zevkli olacağını düşündüm. Çok büyük bir park burası, pek çok girişi var; girişlerde park haritası ve nerede neyi görebileceğinizi belirten işaretler asılı. Ortasında, içinde kuğuların, kazların ve ördeklerin yüzdüğü güzel bir gölet var; vakit ayırıp gezerseniz çok hoş şeyler görebilirsiniz. Parkın içinde James Joyce‘un da bir büstü var.
St. Stephen’s Park tan yukarıdaki büyük kapıdan çıktığınızda karşı köşesinde -Dublinlilere göre büyük, bize göre vasat- Stephen’s Green Alışveriş Merkezini görebilirsiniz; ben girdim, biraz ısındım ve açıkçası hiç cazip gelmediği için çıktım, sadece değişik mimari/dekorasyon için gezilebilir.
Alışveriş merkezinden çıktıysanız, gene aynı cadde üzerinde karşı sırada Dublin’in en eski tiyatrolarından biri olan Gaiety Theather i görebilir ve belki de akşam için bir bilet alabilirsiniz? Tiyatronun dışında -pek çok yerden aşina olduğumuz- sanatçıların el izlerini görebilirsiniz kaldırımda.
Devamı diğer yazıda….